Modanın Bilinçdışı’nda Özge Kanlı ve Aykun Taşdöner, moda yayıncılığı ve dergicilik özelinde disiplinlerarası bir sohbet gerçekleştiriyor.
Özge Kanlı: Modanın Bilinçdışı’nda bu hafta moda yayıncılığı ve dergicilik özelinde disiplinlerarası bir sohbet gerçekleştireceğiz. Konuğum yıllardır dergi sektöründe farklı alanlarda çalışmış editör, metin yazarı ve arşiv meraklısı sevgili Aykun Taşdöner. Aykun hoşgeldin!
Aykun Taşdöner: Teşekkür ederim, hoşbulduk!
Ö.K.: Hep sen soru soruyorsun, röportajlar yapıyorsun. Bu sefer ben soracağım. Her programın başında o haftanın içeriğiyle ilgili ikonik bir ifadeye yer veriyorum. Bu hafta Elise By Olsen’in “Yayıncılık kesinlikle bir tür mimari biçimidir” ifadesini seçtim.
Bu cümleye bir bienal konuşması için hazırladığı kitapçığın önsözünde rastladım. Yayıncılık için buna katılmasam da moda yayıncılığı bağlamında katılabilirim. Biraz araştırma yaptım ve dergi yayıncılığı, moda yayıncılığı tarihi üzerine yayımlanmış üniversite onaylı makalelere baktım. Türkiye’de kültürel tarihin, toplumsal bilincin her alanında karşımıza çıkan o meşhur ikilik yani Doğu-Batı çatışması dergicilik olgusunda da karşımıza çıkıyor. Dergiciliğe lokal ve tarihsel bir perspektiften bakıldığında görülüyor ki, özgünlük arayışına ulus aidiyeti ve kimliği üzerinden vurgu yapılıyor. Bugün internetin ve sosyal medyanın etkisiyle küresel bir kültür oluştuğu ve bu anlayışın kısmen yok olduğu, aşıldığı söylenebilir. Osmanlı döneminde farklı renkler giyerek ayrıştırılmaya zorlanan Ermeni, Yahudi, Rum, Çerkez ve benzeri topluluklardan kişiler sosyal medyayla birlikte artık kendi dayanışma ağlarını kuruyor, seslerini daha kolay duyurabiliyor. Kültürel üretimin her alanında katılım kolaylaştı. Kişilerin kendi seslerini ve kültürlerini duyurmaları basitleşti. Artık bu topraklarda yetişmiş ve bağımsız dergicilik yapan üreticiler de var. Seslerini küresel arenada duyurabiliyorlar. Günümüzde küresel kimliklerden bahsedebiliyoruz. Özgünlük tartışmaları da farklı bir perspektiften sürüyor. Tabii ki bu dergiler yeterince özgün mü diye her zaman sorabiliriz. Geçmişten bugüne moda yayıncılığı konusunda Türkiye adına tarihsel olarak senin aklında nasıl bir imge canlanıyor? Bir dergici olarak deneyimlerin neler?
A.T.: Türkiye’de bağımsız dergicilik dışında ana akım yayınların birçoğu, ilkin Amerika ve Fransa’da yayımlanmaya başlayan dergilerin telif haklarını alarak Türkiye’de yayımlama pratiği üzerinden tanımlanıyor. Dolayısıyla içerik ister istemez her zaman Batıya öykünüyor. Son zamanlarda bundan epey uzaklaştık. Birçok moda dergisinin yayımlanmaya başladığı 90’lar ve 2000’lerde durum böyleydi. Yurtdışında ne sunuluyorsa Türkiye’de de o sunuluyordu. Okuyucu kitlesinin ne istediğine ya da neye ihtiyaç duyduğuna pek dikkat edilmiyordu. O zaman sosyal medya ve internet olmadığı için, örneğin bir derginin Amerikan edisyonunda ne yayımlandığını bilmemize imkân yoktu. Eğer çok ilgili bir dergi takipçisi değilseniz ve gidip o yayınları yayımlandıkları yerden almıyorsanız, derginin o ayki kapağında kim vardı, kim yoktu bilmeniz mümkün değildi. Ben dergicilik sektöründe 2010’da çalışmaya başladım. O zaman sıklıkla konuşulan şeylerden biri blog ve blogger’lardı. Facebook da yavaş yavaş gündeme geliyordu. Dergiciliğin artık eski ağırlığının kalmadığı düşünülüyordu çünkü her şey hızlanmıştı. Dergicilik hem burada hem de dünyada altın çağını 90’larda ve 2000’lerde yaşadı. Dergilerin sayıları, koleksiyonları dünyanın dört bir yanına dağılıyordu. En iyi fotoğrafçılar dergiler için çalışıyordu. Bütün bunlar zamanla ortadan kalktı. Çalışmaya başladığım dönemde basılı yayıncılık sonlanacak mı sonlanmayacak mı tartışmasının baskısı vardı. Bu ara kuşakta dergiciliğe başladım.
Ö.K.: Bu strese karşın 10 yıl boyunca çalışmışsın, çalışmaya da devam ediyorsun. Senin örneğine paralel bir başka örnekle devam etmek istiyorum. Norveç, Oslo’ya açılan bir pencereyi aralayalım: 21 yaşındaki Elise By Olsen’in, kendisinden iki kat yaşlı olan insanlardan daha fazla başarı ve gelir elde ettiğine dair bir ifadesine denk geldim. Elise, 13 yaşında kendi gençlik kültürü dergisini çıkarmaya başlamış. Yaptıklarının Tavi Gevinson’a bir cevap niteliği taşıdığı da söyleniyor. 13 yaşında Recens isimli bir dergi yayımlıyor. Yayıncılığa adım atmak için çok genç bir yaş. Söylediğine göre, doğru düzgün gençlik dergileri yokmuş, o da kolları sıvamış. Bir moda dergisi bu. “Neden böyle bir gençlik dergisi çıkardınız, motivasyonunuz neydi?” diye sorulduğunda şöyle diyor, “Hepsinin hikâyesi aynıydı. Disney benzeri bir yaklaşımları vardı. Sadece ünlüler, güzellik ürünleri ve ergenlikle ilgili içeriklerle doluydular. Gençlerin bir alternatife ve ciddiye alınmaya ihtiyacı vardı” diyor. Bizim örneğimiz için de bu geçerli. Blue Jean dışında elimizde doğru düzgün bir dergi yok gibiydi. Olsa nasıl olurdu acaba? Keşke böyle alternatifler olabilseydi. Elise’e dönecek olursak, Recens’in ardından küçük formatlı Wallet Mag isimli bir dergi daha çıkartıyor. Bu, bir cüzdan gibi cebe girip taşınabilecek formatta bir dergi. Moda kültürüne dair eleştiriler içeriyor ve bildiğim kadarıyla toplamda 10 sayısı var. Artık basılmıyor. Moda dergisi olup yoğun olarak metinlerden oluşan nadir yayınlardan biri. Beni de ilk gördüğüm anda büyülemiştim. Böyle işler sayesinde Elise’in ismi yurtdışına kadar gidiyor ve Steven Mark Klein isimli müthiş bir arşivci Elise’in bu başarılarını duyduktan sonra ona bir e-posta gönderiyor ve sahip olduğu, yaklaşık 2 ton ağırlığındaki dergi arşivini Elise’e bağışlamak istediğini söylüyor. Klein bir kültür eleştirmeni ve dergilerin tek tek hiçbir şey ifade etmediğini ama hepsi bir araya geldiğinde müthiş bir değere sahip olduğunu düşünüyor. Elise’i de bu geleneği, yani dergiye bu bütünsel bakışı sürdürecek kişi olarak görüyor. En nihayetinde Klein Elise’in akıl hocası oluyor. Steven’ın bu bağışı, Uluslararası Moda Araştırmaları Kütüphanesi’nin kurulmasına da vesile oluyor.
Bu kütüphanede türlü moda koleksiyonunu tanıtan yazılardan moda dergisi arşivine ve davet mektuplarına kadar birçok materyal bir araya getirilmiş. Söz konusu bağış, kütüphanenin fiziksel olarak açılmasından önce gerçekleşiyor ve kütüphanenin kurulması pandemi dönemine denk geliyor. Kütüphane ilk önce dijital olarak açılıyor. Türkiye’de de Moda ve Tasarım Araştırmaları Birliği’nin kurulmasıyla birlikte bu tip bir kütüphanenin veya kurumun oluşturulması için zemin hazırlanmış oldu ki bu da beni çok heyecanlandırıyor. Basılı moda ve tasarım yayınlarının arşivlenmesi deyince aklıma İstanbul Moda Akademisi Kütüphanesi ve AKM içinde açılan Vitali Hakko Kütüphanesi geliyor. Ama tabii disiplinlerarası teorik yayınlar açısından eksikler de var. Moda teorisi çok okunan bir şey değil. Bu konudaki çoğu kaynak İngilizce. Türkçedeki kaynakların çoğu da görsel sözlükler ve referans kitaplarından oluşuyor. Tabii bunlar lokal düzlemde moda kültürünün gelişmesini sağlayan çok değerli katkılar. Moda ve tasarım arşivciliği hakkında ne düşünüyorsun?
A.T.: Bu, Türkiye’nin sınıfta kaldığı bir alan. Dergicilik bir disiplin olarak zamanın ruhunu özetleyen ve gösteren en güzel ya da elle tutulur şey. Dergileri pamuklara sararak saklamamız lazım. Arşivimde 40 ve 50’li yıllardan topladığım dergiler var. Bir süre sonra kuşe kağıda basılı oldukları için sayfalar birbirine yapışıyor ya da yazılar kaybolmaya başlıyor. Dergilerde ekipler kanayan bir yara olarak hep arşivciliği konuşur. Geçen gün bir tasarımcıyla söyleşi yaptım, o da arşivciliği böyle tanımlıyordu. Google’da Alexander McQueen’in 1996’da ya da 1998’de ürettiği bir koleksiyonu görmek istediğinizde, istediğiniz her şeyi görebiliyorsunuz. Türkiye’de ise moda tarihi bir muamma. 80’ler ve 90’larda Türkiye’de moda tasarımcıları ne yapmış, Bahar Korçan’ın ilk koleksiyonunda neler varmış, bunları Google’da aradığınızda hiçbir şey bulamıyorsunuz. Belki bir iki fotoğraf görüyorsunuz. Onlar da gazetelerde çıkmış ve sonradan arşivlenmek üzere taranmış fotoğraflar. Arşivler özelinde hem tasarımsal hem de yayınlar açısından bir eksiklik var. Türkiye’de dergilerin eski sayılarına ulaşmak pek mümkün değil. Ama mesela pandemi döneminde Condé Nast bütün arşivini paylaştı. İtalya’da aynı şekilde Voguearşivini kamuya açtı. Vogue’un içeriğini bütün geçmiş konuları, tasarımcıları ve fotoğrafçıları da kapsayan bir genişlikte görebiliyordunuz. İnternet öyle bir hâle geldi ki istediğiniz şeyi istediğiniz an paylaşmanız mümkün. Bir şeyi beğendiğinizde paylaşmanız an meselesi oluyor; çünkü beğenmek ve paylaşmak ayrılamaz hâle geldi.
Ö.K.: Dergilere ucuz tişört gibi bakılıyor, değil mi? Kullanılıp atılıyorlar. Ama bir şeye değerini vermek, onu saklamayı öğrenmekle, bununla ilgili teknikler geliştirmekle mümkün. Elise By Olsen güzel bir örnek oldu ve evde kendi yazıcımızdan da dergi yapabileceğimizi bize gösterdi. Ana akım yayıncılık konusunda da artık bir dinozorlaşma olduğunu, bir değişim ihtiyacı hissedildiğini ifade etti. Recens’e hiç reklam almadı. Demek ki reklamsız da dergicilik yapılabiliyor. Genç yaşına rağmen inanılmaz yenilikçi adımlar attı. Örnek alacağımız şeyler var. Sadece sorumluluk almamız lazım. Burada da son zamanlarda dikkatimi çeken, farklı bir yayıncılık anlayışına sahip ve kendi imkânlarını yaratmış bir dergi var. Editörlüğünü derginin kurucusu da olan Oğuz Erel yapıyor. Kendi bir stylist. Dergisinin adı Dry Clean Only Magazine. Bağımsız ve heyecan verici bir yayın. Türkiye’de yayıncılık alanında bir girişimi veya inisiyatifi eleştirmek kolay. Devreye girmek ve aksiyon almak ise işin zor kısmı. Dry Clean Only Magazine bu zor kısmın üstesinden gelmiş ve yayıncılığı senelerdir sürdürüyor. Sağlam adımlarla ilerliyor gibi duruyor. Derginin web sitesinde şöyle bir ifade var: “Dry Clean Only daha çok bir moda platformu olmakla birlikte toplumun sorunlarına sırtını dönmez. Moda endüstrisindeki köklü ve önüne geçilmesi zor sorunlara karşı çözüm odaklı bir içerik üreterek izleyici için bir seçenek ve farkındalık yaratır. Dry Clean Only yargılamaz, eleştirmez, rekabet etmez veya dışlamaz. Yenilikçi bir tavra ve normlara meraklı bir bakış açısına sahiptir.” Bu cümleler gerçekten heyecan uyandırıcı. Bağımsız moda ve tasarım yayıncılığı denince senin aklında neler canlanıyor? Seni umutlandıran ya da hayal kırıklığına uğratan gelişmeler var mı? Bu azılı ana akım yayınların arasında insanların kendilerine yer açması mümkün mü?
A.T.: Dünya genelinde çok fazla yayın takip ediyorum. 2000’lerin sonlarına doğru çok fazla yeni bağımsız yayın ortaya çıktı. Bu bağlamda beni düşündüren tek şey bağımsız bir moda ya da bir tasarım yayınıyla gelir elde etmenin ve bu geliri sürekli kılmanın zor olması. Bu tür yayınlar mali olarak bir reklam ajansına ya da bir kreatif ajansa bağımlı. Aldıkları reklamlar sonlanırsa dergiler nasıl fonlanacak? Bu dergilerin sürdürülebilirliği beni düşündürüyor.
Ö.K.: Burası gerçekten olayın bam teli. Elise reklam almayarak bunu yapmanın zor olduğunu, bunun ancak başlangıçta mümkün olabileceğini söylemişti. Fakat biliyoruz ki Gucci, Wallet Mag’i kitlesine ihtiyaç duyduğu için fonladı. Sermaye büyük markalarda, ama içeri girmeden dışarıya tutumu değiştiremeyeceğimiz de bir gerçek. Belki de bize gereken, içeriden dışarıya doğru bir kaynak akışı sağlamaktır.